Dikkat, bir hedefe yönelik bilinçli ve yoğun algıya denir. Düşünme, algılama ve hayal etmede meydana gelen psikolojik fonksiyonların bilinçli bir şekilde harekete geçirilmesidir. Zihinsel etkinliklerin, belli bir fikir ya da obje üzerinde toplanabilmesidir. Çocuklar büyüdükçe dikkat konsantrasyon süresi ve kalitesi gelişir. Okul öncesi dönemde 5-10 dakika ile sınırlı olan dikkat süresi okul dönemindeki çocuklarda 20 dakikaya kadar uzayabilir. Dikkat konsantrasyonu kesintisiz olan bir süreç değildir.
Eğitimcilerin ve anne-babaların çoğu, çocuk ve gençlerin çok çabuk sıkıldığından, sorumluluklarını yerine getirmekte, kitap okumakta, ders çalışmakta isteksiz olduklarından, çok sık eşya kaybettiğinden, enerjilerinin hiç bitmeyecekmiş gibi olduğundan, kurallara uymakta zorlandıklarından, televizyon ve bilgisayar karşısında saatler geçirirken 10 dakikalık ödevin başına oturtamadıklarından zaman zaman yakınabilmektedirler. Bu durum, bazen kısa süreli olabilir bir durumken bazen de müdahale edilmesi gereken farklı nedenlerden kaynaklanabilmektedir.
Dikkat fonksiyonların uzun süreli ve yoğun olarak bozulduğu ve müdahale edilmesi gereken durumlardan biri dikkat eksiliği ve hiperaktivite bozukluğu’dur. Genel olarak yaşıtlarına oranla daha hareketli olmak, bilişsel çaba gerektiren işlere dikkatini yoğunlaştırmada zorlanmak, acelecilik, olayların sonunu düşünmeden hareket etmek gibi belirtiler ile tanımlanabilir.
DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu), her ne kadar çocukluk döneminde tanınsa da sadece bu döneme ait bir sorun tanımı değildir. Dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik ve dürtüsellik (düşünmeden, ani hareket etme) bireyin tüm hayatını etkileyen önemli sorunlara neden olabilmektedir.
Dikkat Eksikliği Belirtileri
- Ayrıntılara dikkat etmekte zorluk ya da okul, işve diğer etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapma.
- Dikkat gerektiren görevler ya da işlerde dikkati sürdürme güçlüğü.
- Birisiyle yüz yüze konuşurken dinlemede güçlük çekme.
- Okul ödevlerini ya da iş yerinde verilen görevleri bitirmekte zorlanma, verilen yönergeleri izlemekte zorluk çekme.
- Görevleri ve etkinlikleri düzenleme, organize etme güçlüğü.
- Uzun zihinsel çaba gerektiren işlerden kaçınma, bu işlerden hoşlanmama ya da bu işlere karşı isteksizlik.
- Görev ve etkinlikler için gereken eşyaları kaybetme.
- Dikkatin kolayca dağılması ve günlük etkinliklerde unutkanlık.
Aşırı Hareketlilik (hiperaktivite) Belirtileri
- El ve ayakların kıpır kıpır olması, oturduğu yerde duramama.
- Oturulması gereken durumlarda yerinden kalkma.
- Koşuşturup durma ya da huzursuzluk hissi.
- Boş zaman faaliyetlerini sessizce yapmakta güçlük.
- Sürekli hareket halinde olma ya da çok konuşma
Dürtüsellik
- Sorulan soru tamamlanmadan yanıt verme.
- Sıra beklemekte zorluk çekme.
- Başkalarının işine karışma ya da konuşmalarını bölme.
Dikkat eksikliği söz konusu olduğunda şunu unutmamak gerekir. Aslında dikkat oradadır ve sadece bir işe tutarlı olarak odaklanmak ile ilgili sorun yaşanmaktadır, ilgi ve motivasyonu arttırmak dikkatin toparlanmasında etkili olacaktır. Dikkat birebir ilişkide daha az dağılır. Gerektiğinde, ders konusunda aile üyelerinin yardımı işe yarayabilir. Anne-babanın temel kurallar konusunda net ve tutarlı olması, genel olarak çocuğun olumlu davranışlarını geliştirme üzerine odaklanmaları çatışmaların azalmasında etkili olabilir. DEHB, uzman yardımı alındığında olumlu gelişmelerin kaydedilebildiği, çocuğun ve ailenin hayat kalitesinin gelişmesinin mümkün olduğu, tedavi edilebilen bir sorundur.
“Günlerden bir gün… kurbağaların yarışı varmış. Hedef çok yüksek bir tepenin kulesine çıkmak. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış. Ve yarış başlamış.
Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri, yarışmacının kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş:
“Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!”
Yarışmaya katılan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyirciler bağırıyorlarmış:
“Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!…”
Sonunda bir tanesi hariç diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış.
Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye.
O anda farkına varmışlar ki… Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!.. *
* * * * *
– Delirtme beni!
– Bak sinirleniyorum!
– Çorbadan taş çıksa beni bulur!
– Keşke daha yetenekli olsaydım!
– Keşke daha başarılı olsaydım!
– Ben de şans olsaydı…
Eminim ki bu sözler, bu düşünce tarzı pek çoğunuza tanıdık geliyordur.
Acaba gerçekten de birilerinin elinde bizi delirtme, üzme, sinirlendirme gücü var mı? Belki de o gücü biz veriyoruzdur onlara…
Ya da daha fazla yetenek ve başarı hep bizim dışımızdaki insanları mı buluyor acaba?
Bu türden olumsuz, enerjimizi düşüren, şevkimizi kıran düşüncelere zaman zaman hepimiz kapılabiliriz çocuklar. İnsan zihnine her tür düşünce gelebilir.
Önemli olan bunların gerçek dışı ve abartılı düşünceler olduğunu bilmemiz. Çünkü bunu anladığımızda bu tür negatif, parazit düşünceler zihnimizde çok fazla beslenemiyorlar,ve gitgide bizi daha da az etkiler hale geliyorlar..
Bazen, bizim dışımızdaki koşulların bize hakim olduklarını sanırız. Herşey üstümüze üstümüze geliyordur sanki. Olaylar karşısında kendimizi oyuncak gibi hissediyor, bir oraya bir buraya savruluyoruzdur sanki
Neden bazı insanların tuttuğu altın olur da, bazılarının da hiç şansı yaver gitmez?..
Belki de şans dediğimiz şey, fırsatlar karşısında hazırlıklı olmaktır. Önümüze çıkan fırsatları en güzel şekilde değerlendirdiğimizde ilerideki şansımızı da oluşturmuş olmaz mıyız?..
Bugünümüzde ne ekersek gelecekte de onları biçeriz.
“Gelecek” “şimdi” lerin toplamıdır.
Başarısızlık olarak gördüğümüz herşey birer sonuçtur sadece. Binlerce deneyden sonra ampulü bulan Edison bunun en güzel örneklerinden biridir. Edison yılmadı, kararlılık gösterdi ve bunun için de başardı.
Kendinize güvenin… Azimle çalışın… Şansınızı, başarınızı oluşturduğunuzu göreceksiniz..
“Bizi üzen başımıza gelen olaylar değil; bunlara verdiğimiz tepkilerdir”. Victor Franklin’in bu sözünü çok sever ve anlamlı bulurum.
İnsanın ne kadar güç şartlar altında olursa olsun olaylara göğüs gerebilme, yaşadıklarının üstüne çıkabilme gücü vardır. Olayları değiştirmeye gücünün yetmeyeceği durumlarda da onların karşısındaki duruşunu belirleme ve nasıl karşılayacağını seçme özgürlüğüne sahiptir…
Olaylar nötrdür. Kendi başlarına pozitif ya da negatif bir değere sahip değildirler. Bizim onlara yüklediğimiz anlamlar, onları bizim için iyi ya da kötü yapar…
Peki biz bu anlamları nasıl oluşturuyoruz?
Hepimizin dünyayı algılarken kullandığımız filtrelerimiz, baktığımız pencerelerimiz var…
Nedir bu filtreler?
Yaşadığımız toplum, değer yargılarımız, inançlarımız, kişiliğimiz, çevremiz, aldığımız eğitim, cinsiyetimiz, bizi iyi ya da kötü etkileyen insanlar, okuduğumuz kitaplar gibi pek çok şey filtrelerimizi oluşturuyor.
Bu filtreler ışığında da kendimizi ve dış dünyayı tanıyor ve tanımlıyoruz. Bunlar hepimizde farklı oldukları için, aynı zaman da bizi benzersiz ve özel de kılıyorlar.
Bazı duygu ve düşüncelerimiz bizi güçlendiriyor, bazıları da güçten düşürüyorlar. Bazı filtrelerimiz sağlıklı ve bizler için gerekli, bazıları da değiller. Mühim olan bunu fark edebilmek.
Olayları her zaman değiştiremeyebiliriz. Bunlara bakış açımızı, filtrelerimizi, pencerelerimizi değiştirmekse, bizim elimizde…
Penceresi kirli ve kırık olan bir insan dışarıdaki güzel manzarayı nasıl görebilir?
“ Benim kuşağımın en büyük keşfi insanın tutumunu değiştirerek yaşamını değiştirebileceği gerçeğidir”
Diyen J. James’e katılmamak mümkün mü sevgili öğrenciler.
Tıpkı şimdi okuyacağınız hikâyede de olduğu gibi…
“Köyün birinde çok fakir ve yaşlı bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan beyaz bir atı varmış ki. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış.
Bu at sadece bir at değil benim için, “dost”. İnsan dostunu hiç satar mı?
dermiş hep.
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylüler ihtiyarın başına toplanıp:
Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın ..
demişler
İhtiyar:
– Karar vermek için acele etmeyin
demiş
Çünkü gerçek, bu. Ondan ötesi sizin yorumuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz.Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan onbeş gün geçmeden, at bir gün ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki oniki vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
Babalık
demişler
Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir talih kuşu oldu senin için
için. Şimdi bir at sürün var
– Karar vermek için gene acele ediyorsunuz
demiş ihtiyar
Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu.Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz
Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden “bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.Köylüler gene gelmişler ihtiyara:
Bir kez daha haklı çıktın
demişler
Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak
başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın
demişler.
İhtiyar:
Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz
diye cevap vermiş
– O kadar acele etmeyin.Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu.Ötesi sizin verdiğiniz karar.Ama acaba ne kadar doğru..
Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler gene ihtiyara gelmişler.
Gene haklı olduğun kanıtlandı
demişler
Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye geri
Dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.
Siz erken karar vermeye devam edin
demiş ihtiyar
Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen tek bir gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.**
** Ericsonian Hipnoz ve Psikoterapi, Psikolog Tuncay Özer
Her anne baba, çocuğunun öncelikle mutlu ve sağlıklı olmasını ister. Sonra da öteki isteklerini sıralar. Bir müzik aleti çalsın, spor yapsın, iki yabancı dili çok iyi öğrensin, bilgisayardan anlasın vb… Çocuk büyüdükçe okul arayışlarına girilir, spor kurslarına, balelere, piyano, keman derslerine gidilir. Peki ama “karakter eğitimi” için ne yapılır? Çocuğun “adalet”, “saygı”, “nezaket”, “iyi niyet”, “cesaret”, “güvenirlilik”, “içtenlik”, “sorumluluk” sahibi olması nasıl sağlanır? Kaç anne-baba bunlara kafa yorar?
Aslında, anne ve babalar, çocuklarının etik eğitiminden sorumlu ilk ve en önemli kişiler olmalıdır. İkinci basamakta ise okul gelmeli. Okul, anne ve babayla bu konuda anlamlı bir iletişim kurarsa etik değerler eğitimi gerçekten yararlı olur.
İzmir’deki Deniz Koleji’nin kurucusu Dr. Berna Bridge, yıllardır “etik değerler eğitimi” üzerine çalışıyor. Okulundaki öğrencilere de toplumun tüm kesimlerine de her fırsatta etik değerlerin önemini anlatan Dr. Bridge, geçtiğimiz günlerde bu okulda düzenlenen “Etik Değerler Zirvesi”nde, bu konuyu geniş biçimde ele aldı.
Anlamlı yaşamanın anahtarı iç disiplinde
Başarılı ve anlamlı bir yaşamın altın anahtarının “iç disiplin” olduğunu vurgulayan Dr. Berna Bridge, bu konuda şunlara dikkat çekiyor:
“Kişiler etik değerleri geliştirdikçe içlerinden gelen bir ses, hangi etik kararın doğru olduğunu onlara söyler. Toplum, okullar ve aile, özellikle disiplin anlayışlarında temel değerlere bağlı olan bir iç disiplin anlayışı geliştir-meye çalışmalıdırlar. Okul ve aile disiplini, dış baskılar ve ceza aracılığıyla sağlamaktan kaçınmalıdır.
Dr. Bridge’in Etik Değerler Eğitimi ile ilgili sunumundan bazı bölümler şöyle:
Karakterin 6 temel taşı:
– Güvenilirlik.
– Düşüncelilik.
– Saygı.
– Adalet.
– Sorumluluk.
– İyi yurttaş olmak.
Güçlü kişiliği olan bir insan…
GÜVENİLİRDİR:
– Verdiği sözü tutar.
– Doğru söyler.
– İçtendir.
– Yanlış yönlendirmez.
– Hile yapmaz.
– Kandırmaz.
– Kişilere, kurumlara zarar vermez.
– Kopya çekmez (okulda ve işyerinde).
BAŞKALARINI DÜŞÜNÜR:
– Duyarlı, merhametli, şefkatlidir.
– Paylaşımcıdır.
– Çevresindekilere kendisine davranılmasını istediği gibi davranır.
– Başkalarına yardım eder.
– Özverilidir.
– Gerçek dosttur.
SORUMLU DAVRANIR:
– Görevlerini özenle yapar.
– Harekete geçmeden önce düşünür.
– Uzun vadeyi düşünür.
– Seçimlerinin sonuçları için sorumluluğu kabul eder.
– Mazeret, bahane belirtmez.
– Kendi yanlışları için başkalarını suçlamaz.
– Başkalarının başarısını kendi başarısı gibi üstlenmez.
ADİLDİR
– Herkese eşit, adaletli davranır.
– Açık görüşlüdür.
– Diğerlerini dinler.
– Diğerlerinin ne söylediklerini ve hissettiklerini anlamaya çalışır.
– Başkalarının hatalarından haksızca yararlanmaz.
– Hakkından fazlasını almaz.
HERKESE SAYGI GÖSTERİR:
– Çevresine rahatsızlık vermez.
– Herkesi olumlu yönleriyle değerlendirir.
– Hoşgörülü, bireysel farklılıkları kabul edici ve takdir edicidir.
– Aşağılamaz.
– Diğer kişilerin sınırlarına girmez.
– Başkalarını kullanmaz.
– Bireylerin kendi yaşamları hakkında karar verme haklarına saygı gösterir.
İYİ VATANDAŞTIR:
– Kurallara ve kanunlara uyar.
– Görevini yapar.
– Görevlilere görev esnasında görevlerini yerine getirmesinde saygı gösterir.
– Oy verir.
– Komşularına, ailesine, çalıştığı kuruma, yaşadığı topluma, kente, iş arkadaşlarına, zarar vermez, onların yanında olur.
– Vergisini öder.
– Topluma gönüllü hizmette bulunur.
– Çevresini ve doğal kaynakları korur.
– Bir kişinin en iyi öğrendiği yol onun öğrenme stilidir ve öğrenme stiline uygun teknikleri kullanan kişi için öğrenme zevkli bir deneyim haline gelir. Araştırmalar, başarısız olarak görülen pek çok öğrencinin başarısızlık nedenlerinin kendilerine uygun çalışma ve öğrenme yöntemini kullanmamaları olduğunu ortaya çıkarmıştır. Evde öğrencinin öğrenme stiline uygun bir çalışma ortamının oluşturulması başarısını ve motivasyonunu arttıracaktır.
Araştırmalar aile bireylerinin öğrenme stillerinin farklı olabileceğini göstermiştir. Pek çok ebeveyn çocuklarından kendi öğrenme stillerine benzer bir şekilde ders çalışmalarını beklemektedir. Öğrenci ailenin beklediği şekilde ders çalışmadığı zaman ders çalışmıyor olarak algılanır. Ama aslında öğrenci kendi öğrenme stiline uygun kendinde işe yarayan tarzda çalışma sistemi oluşturmuş olabilir. Bu yüzden ailelerin öğrencileri iyi bir şekilde analiz etmeleri ve evde öğrencinin başarısını artıracak bir sistem oluşturmaları gerekir. Bununla ilgili olarak ailelerin gözlem yapması ve bilimsel testlerden yararlanması evde ders çalışma için sağlıklı bir sistem oluşturulmasına yardımcı olur.
Ağırlıklı olarak Analitik Düşünme Biçimine sahip öğrenciler için evde çalışma sistemi önerileri:
– Tek başına kalabilecekleri, sessiz bir ortam olmasına dikkat edilmesi gerekir.
– Masa başında çalışma konsantrasyonlarını artırır.
– Çalışma ortamının iyi aydınlatılması gerekir.
– Hafta sonu çalışmalarını ve hafta içi konu tekrarlarını sabah saatlerinde yapmaları daha etkin sonuçlar almalarını sağlar.
– Ders çalışırken çalışma periyodlarını uzun tutmalı; alıştırma, telefonla görüşme, müzik dinleme v.s. faaliyetleri aralarda yapmaları konsatrasyonlarını korumalarını sağlar.
– Hangi gün ne çalışacağının belirli olduğu bir ders programı hazırlanması daha sistemli çalışmalarını sağlar.
Ağırlıklı olarak Bütünsel Düşünme Biçimine sahip öğrenciler için evde çalışma sistemi önerileri:
– Konsantre olabilmeleri için müzik dinleyecekleri bir ortam olması gerekir. Tamamen sessiz ortamlar dikkatlerinin dağılmasına neden olabilir.
– Çalışma ortamının çok yoğun aydınlatılması gerekir.
– Masa başında çalışma yerine daha rahat bir oturma düzenini tercih etmeleri gerekir.
– Bazı zamanlarda arkadaşlarıyla birlikte çalışabilecekleri ortamları tercih etmeleri gerekir.
– Çalışmalarını düzenlerken sık ve kısa aralar vermeleri konsatrasyonlarının korunmasına sağlar.
– Çalışmaya başlamadan önce konunun ana başlıklarına göz gezdirip ondan sonra programlarını oluşturmaları daha sistemli çalışmalarını sağlar.
– Günlük ders programlarında farklı derslere zaman ayırmaları gerekir. Aynı gün tek bir derse çalışmak konsantre olmalarını zorlaştırır.
– Konu tekrarları ve ders çalışma için akşam veya gece saatlerini tercih etmeleri daha etkili sonuç almalarını sağlar.
Herkes farklı öğrenir. Kimisi konuşarak öğrenir, kimisi dolaşarak! Bir başkası yalnız çalışmak ister, diğeri, “mutlaka yanımda biri olsun” der. Öğrenme Stilleri kavramını ilk kez ABD’de ortaya atan ve 40 yıldır bu konuda çalışan Prof Dr. Rita Dunn’ya göre, “öğrenme stilleri, her öğrencinin yeni ve zor bir bilgiyi öğrenirken kendine özgü ve farklı olarak kullandığı yollar” anlamına geliyor. Öğrenme stillerinde güçlü ve geliştirilmesi gereken faktörler bulunuyor. Stillerden bazılarının baskın olarak kullanılması doğuştan geliyor. Ancak daha sonra kişilerin akademik yaşantılarıyla, meslekleriyle ve çevresel faktörlerle şekilleniyor.
Stillerden birinin diğerine göre üstünlüğü bulunmuyor. Prof. Dunn, “herkesin kendine özgü değerli bir öğrenme stili olduğunu” düşünüyor.
Araştırma sonuçlarına göre;
– Öğrenme stillerinin 4/5’i kalıtımsal.
– Öğrenme stilleri ile zeka arasında doğrudan bir ilişki bulunmuyor.
– Öğrenme stillerine yönelik yapılan eğitimle, ders başarısı arasında olumlu bir ilişki olduğu kanıtlanmış.
“Öğrenme stilleri zamana bağlı olarak değişir”
– Ses ihtiyacı, yetişkinlik döneminde doruk noktasına ulaşır. Ancak kızlar ve analitik düşünen erkekler, global (bütüncül) düşünenlere oranla sesi daha az tolare ederler.
– Işığa ve sese olan ihtiyaç, yaşla birlikte artar. Analitik düşünenler, ışığa global düşünellerden daha çok ihtiyaç duyarlar.
– 9. sınıftan sonra öğrencilerin kendi kendilerini motive edebilmeleri daha güçlü bir hale gelir.
– Çalışırken rahat bir oturma düzenine ihtiyaç duyma (informal oturma düzeni), yaşa bağlı olarak artar. Ancak global düşünenler daha çok informa oturma düzenini tercih ederler.
– Küçük yaşlardaki öğrenciler, dokunsal veya kinestetik olmaya eğilimlidirler. Görsel ve işitsel öğrenme genillikle 6. sınıftan sonra gelişir. Bu eğitimler, cinsiyet farkı ile de ilişkilidir.
– Çalışırken birşeyler yeme ihtiyacı, yetişkinlik döneminde en yüksek seviyesine ulaşır.
– Çalışma zamanı (sabah, öğle, akşam saatleri) için tercihler yaşla birlikte değişir.
– Analitik-sol yarım kürenin eğilimleri yaşla beraber artış gösterir.
– Bir çalışmayı sonlandırmadaki ısrarcılık (azim), global veya analitik düşünme eğilimine göre değişir. Global düşünenler çalışırken ara vermeye ihtiyaç duyarlar.
Görsel öğrenenlerin özellikleri:
– Çalışmalarında harita, grafik, resim kullanmayı tercih eder.
– Þekileri üç boyutlu düşünebilir.
– Yalnız çalışmayı tercih eder.
– Sessiz bir ortamda çalışmaktan hoşlanır.
– Dinleme aktivitelerini sevmez.
– Sözlü yönergeleri takip etmekte zorlanır, arka arkaya talimat verildiğinde kafası karışır.
– Çalıştığı masa ve oda düzenlidir.
– Kavramları gözünde canlandırarak öğrenir.
– Çalışırken renkli kalemler kullanmayı, önemli yerlerin altını çizmeyi sever.
– Adları ve olayları not alarak öğrenir.
– Görünüşüne ve giysilerine özen gösterir.
Ailelere öneriler:
– Çalışırken masası dağınık bile gözükse kendine has bir düzeni olduğundan müdahale etmeyin. Çünkü bu durum çocuğunuz için bir düzendir ve çalıştığı konuyu hatırlamasına yardımcı olur.
– Görsel materyallerden daha çok etkilendiğinden televizyon ve bilgisayar onun için birer öğretim aracı olarak kullanılabilir. Ancak kullanım saati belirli olmazsa ve izlenen programlar konusunda seçici davranılmazsa bunlar onun için bir tuzak haline gelebilir.
– Ders çalışırken konu ile ilgili kavram haritası oluşturması ve kendine has resimli notlar alması başarısını destekler.
İşitsel öğrenenlerin özellikleri:
– Dinleyerek öğrenmeyi tercih eder.
– Tartışmaya yatkındır ama tartışmanın içinde olmayı değil dışardan dinlemeyi tercih eder.
– Espiri yapmayı ve konuşmayı sever, yüksek ses tonuyla konuşur.
– Sözel yönergeleri izlemekte başarılıdır.
– Çalışırken müzik dinlemeyi sever.
– Okumaktansa dinlemeyi tercih eder.
– Okurken dudaklarını kıpırdatır, okuma hızları düşüktür.
– Yazılıdan ziyade sözlü sınavlarda başarılı olurlar.
– İnsanların yüzlerini unutur ama adlarını hatırlarlar.
Ailelere öreriler:
– Zaman zaman kitap okuma ve okuduklarını yazarak özetleme çalışmaları yaptırın. Ancak en iyi öğrenme yollarının dinle-yerek ve konuşarak olduğunu unutmayın.
– Dinleyerek öğrendiği konuları size anlatmasını isteyin. Okuma becerisini geliştirici çalışmalar yaptırın.
– Ödevlerini yaparken soruları sesli olarak tekrar etmesinin onun için yararlı olacağını anlatın. Çalışırken arka planda sözsüz müzik çaldığında onu engellemeyin.
Kinestetik (dokunsal) öğrenenlerin özellikleri:
– Taklit ederek, deneyerek, dokunarak öğrenmeyi tercih eder.
– Laboratuvar ortamında öğrenmekten ve öğrenme gezilerinden çok hoşlanır.
– Düşme, itme, çekme çarpışma son derece doğal davranışlardır.
– Masa başında uzun süre oturamaz, çalışırken yere uzanır veya yatakta çalışır.
– Kısa periyotlarda ve hareket ederek çalışır.
– Yazım hatalarını çok yapar.
– Okumayı sevmez, okumakta zorlanır.
– Eşyalarının dağınık olmasından rahatsız olmaz, düzenli olmaya çalışmaz.
Ailelere öneriler:
– Ders çalışırken küçük molalar verip yerinden kalkmasına ve hareket etmesine izin verin.
– Çalıştığı konuyu uygulamasına olanak sağlayın. En iyi yaparak öğrendiğini unutmayın. Zaman zaman ayakta çalışmasını sağlamak için odasında ayaklı yazı tahtası bulundurun.
– Çalışma odasında ve masasında, derse konsantre olmasını engelleyecek materyalleri kaldırmasını sağlayın.